Dutun Türk Halk Edebiyatı ve Kültürümüzdeki Yeri

YARD.DOÇ. OKAN BABA (Kemaliye Dut Panelinden)

Sayın Kemaliyeiler, Apçağa’lı olduğuma göre Kemaliyeli olduğumu da anladınız. Ben bu, şu an içinde bulunduğunuz binadan mezunum. Bu bina eskiden ortaokuldu ve ben 1954’te bu okuldan mezun oldum. Onun için eski hatıralarım tazelendi burada.

Sunumumu hazırlarken şuna dikkat ettim: Acaba bir ağaç halk edebiyatına yahut edebiyata nasıl girer, niçin girer ve toplumun neresine yararlıdır ki edebiyat bunu kullanır. Ben bunun için eski destanları gözden geçirdim, yani eski destanlarda da hangi ağaçlar kullanılırdı; çam, sedir falan. Onlardan örnekler aldım ama, sözü uzatmamak için onlardaki parçaları okumayacağım. Ancak, şuna dikkat ettim: Dede Korkut’a baktım, Anadolu metini olarak Dede Korkut’ta bir tek defa dut kelimesi geçiyor ama, orada ağaçla ilgili çok önemli özellikleri geçiyor, kaba ağaç deyimi var. Kaba ağaç, zenginliğin, görkemin ve olgunluğun bir özelliği. Onun için Dede Korkut hikâyesinde şöyle bir mısra var: “Atamın adını sorarsan kaba ağaç, anamın adını sorarsan kağan aslan” diyerek ağacın öneminden bahsediyor. Bu metinde bir de İslamiyetleşmiş şekli var. Diyeceksiniz kı bunun dutla ne ilgisi var, biraz sonra duta da geleceğiz. İslamiyetleşmiş şeklinde şunu görüyoruz yine

Dede Korkut’ta:

‘Ağaç dersem sana ağlama ağaç,

Mekke ile Medine’nin kapısı ağaç,

Musa Peygamberin asası ağaç,

Büyük büyük suların örtüsü ağaç,

Kara kara denizlerin gemisi ağaç,

Şah Merdan Ali’nin Düldülünün eğeri ağaç,

Zülfikarm kınıyla kabzası ağaç,

Şah Masan ,Hüseyinin beşiği ağaç,

Başı ala bakar olsa başsız ağaç,

Dibine bakar olsa dipsiz ağaç,

Beni sana asarlarsa götürme beni,

Götürecek olursan yiğitliğim seni tutsun.”

Şimdi burada aslında inançlarla ilgili bazı ipuçları var. Bilhassa dipsiz ağaçla başsız ağaç tanımı dikkatimizi çekiyor. Burada ağacın yalnız dış yapısı değil ağacın iç yapısı ile ilgili bir inanç da vardır Türklerde. Bu bakımdan dipsiz ağaç demesine rağmen, yani kökü sağlam, dibine doğru bir uçsuz bucaksızlığı,sonsuzluğu ifade etmek için kullanılmış.

Sonra ağaç daha çok tekke edebiyatında, tasavvufun bir tarafıyla da ilişiklenmiş. Dede Korkut hikayesinde “ Karlı karlı dağların yıkılmasın, günü gelince kaba ağacın kesilmesin” diye bir dua var. Her Dede Korkut hikayesinde bu mısra tekrarlanıyor, buradan anlıyoruz ki eski Türklerde ağaç bir zenginliğin, bir görkemin ,bir olgunluğun ifadesidir.

Sonra 15. asır şairlerinden bakıyoruz Hozan ağacın zenginliği hakkında şunu söylüyor:

“Bir devleti yoksul olsa, uslu isen gelme ana,

Yazıda kaba ağaca ulu kuşlar konar oldu.”

Şimdi burada dikkat ederseniz kaba ağaca ulu kuşların konması, yani zenginliğe herkes gelir, mevkide herkes gelir, üstünlüğe herkes.. Ama eğer yoksul olursanız kimse yanınıza gelmez. Bunu bir Hozan isimli bir halk şairi tespit ediyor. Türk mitolojisini inceleyen Bahattin Ogel Beyin şöyle bir sonucu var, diyor ki: Eski Türklerin günlük hayatında kayın ağacı çok önemliydi, çünkü sağlam olan bu ağaçtan oklarını, yaylarını, eşyalarını, kaplarını, çadırlarını yaparlardı. Bunun için ağaç motifi bizim temel motifimiz olmuştur. Ben bu açıdan işe baktım.

Yine dutun dışında ama, Yunus Emre’den bir parça alıyoruz yine ağaca bakış şeklini anlamak için:

“Ey kopuz ile çeşte,

Asim nedir ne işte?

Sana sual sorarım,

Ayıdıver bana uşta.

Ayıdır ki aslım ağaç,

Koyun kirişi birkaç Gel işret edelim,

Geç aklı koyma beleşte.

Ağaç, deri gerildi,

Kiriş ile bir oldı,

Aşk denizine daldı,

Bahane yok bu işde Mevlana sohbetinde,

Söz ile işret oldu,

Arif manaya daldı,

Çün biledir ferişte…”

Şimdi biz burada ağaçtan kopuzun yapıldığını görüyoruz. Burada Yunus Emre’nin kutsal ağaç olarak gördüğü kopuzun büyük bir ihtimalle dutla yaptığından düşündük. İşret etme konuşma,sohbet etme demektir. Burada ağacın Tanrı adına orada konuştuğuna dikkat çekmek istiyorum. Ağaca manevi, kutsal bir değer yüklenmiş, ona da değinmek istiyorum.

Sonra başka bir şairimiz Kaygusuz Abdal da aynı şekilde Dolapname- sinde ağacın bu kutsallığından bahsederek, ağaçtan yapılmış dolabın dayanıklılığından ve dolabın da Tanrı’ya şükretmesinden bahseder.

Sonra, Hatayi’den bir şiir alıyoruz. O ağacı tamamen bir kişi motifi olarak görüyor, kısa bir şiir:

“Aşağı olur köklerim,

Kendimi fenadan saklarım,

Tespih çeker budaklarım,

Şükrümü alıp dururum”

diyerek ağacı bir dervişe benzetmiş Hatayi. Bu şiir uzundur ama, aslında dediğim gibi bu kadar tüm edebiyata, tüm şairlere girmiyorum, çünkü dediğim gibi nereden, hangi açıdan bakırsanız bakın hepsinde ya bir benzetme yoluyla ağaç şiire giriyor, yahut bir araç olarak şiire giriyor.

19.asırda devrin şairlerinden Dertli ilk defa bize şunu söylüyor: “Dut ağacından teknesi, kirişten bağlı perdesi” diyerek dutun bir müzik aletinde kullanıldığını açık açık bize ifade ediyor. Tabii bu şiir uzun, hepiniz bilirsiniz, ama benim burada bakış açım edebiyatta ağaçların kullanılmasının mantığı.. Kültür dediğimiz şey, doğa karşısında insanın kendi kendini koruyabilmesi ve yaşama kendini uyumlandırabilmesi için yapıp ettiği şeylerdir. Bu bakımdan, ağacın kullanım şekilleri de insanın hayatını idame ettirmesi sırasında doğrudan doğruya kültürel,sanatsal ve duygusal etkinliklerinin içine yerleşir.

Halk edebiyatında Aşık Veysel’in çok daha açık şekilde söylediği bir şey var:

“Ben gidersem sazım sen kal dünyada Gizli sırlarımı aşikar etme Lal olsun dillerin söyleme yada Garip bülbül gibi ah ü zar etme

Bahçede dut iken bilmezdin sazı Bülbül konar mıydı dalma bazı Hangi kuştan aldın sen bu avazı Söyle doğrusunu gel inkar etme.”

Sazın duttan yapıldığım açık açık bu dörtlükte görüyoruz.

Sonra:

“Sen petek misali, Veysel de arı inleşir beraber yapardık balı Ben bir insanoğlu sen bir dut dalı

Ben babamı sen ustanı unutma”

diyerek bizi biz yapanlara gösterilmesi gereken vefanın herkese nasıl lazım olduğunu çok güzel bir şekilde ifade etmiş.

Başka alanlara baktığımızda, burada bir motif üzerinde daha durmak istiyorum: menakıpnameler. Menakıpnameler bizim kültür hayatımızın bir farklı boyutudur. Esas ben dilci olmama rağmen, ben 15. asırda yazılmış Emir Sultan menakıpnameleri üzerine dil çalışması yaptığım zaman orada da birçok ağaç sembolü gördüm. Tabii onları almıyorum. Fakat çok bilinen. Bacım Sultan Velayetnamesinde Ahmet Yesevi’yle ilgili yine tasavvufla ilgili bir motife rastlıyoruz. Orada şöyle diyor kısaca, onu söylemek istivorum, çok bilinen bir örnek:

“ Sultan Hoca Ahmet Yesevi Hazretlerinin bir ağaç kılıcı vardı. Getirip Sultan Hacı Bektaş Horasaninin beline kuşattı ve daha ocakta dut ağacından bir od yanar idi. Bu eskiyi kapıp ruma doğru pertev etti.”

Dil biraz eski olduğu için arkadaşlar kusura bakmayın. Yani, burada dut ağacını Ahmet Yesevi alıyor ocaktan, Anadolu’ya atıyor. Ve diyor ki:” Rum’da bunu tutalar”. “Ol eğsi havada yana yana Konya’da bir eve vardı, Sultan Hoca Fakih derler idi. Ol odu kapıp hücresinin önüne dikti. Kudret-i İlâhî ol eski bitti, tepesi yanık aşağısı dut idi. El-haleti hazihi şimdi yemiş verir.”Pes imdi Sultan Hacı Bektaşi Veli o gice seccade üzerinde yattılar ve kudretten avaz geldi dendi ki, eylenme, Rum’a var!” İşte menakıpnamede görüyoruz ki, edebiyatımızın başka bir boyutunda da dut yine önemli.

Evvelki sene ben Kırgızistan’daydım, orada Türk dili bölümü kurmak için gittim, o bölümü kurdum geldim. Orada Aslan Baba mezarı var. Aslan Babanın 7 tane mezarı var Orta Asya’da, bir tanesi de Celalabad’da.

Biz onu ziyarete gittik. Onun türbesine böyle yandan bir kapıdan içeri giriyorsunuz, büyük bir ağaç var, dut ağacı var orada. Ve o ağaçtan sonra geçiyorsunuz esas ziyarete.Bu da çok enteresan bir şey.. Yani, bir sembol olarak tasavvufta önemli bir yeri var dut ağacının, öyle anlıyorum ben, her evliyanın, her ermişin başucunda bir dut ağacı var.

Benim esasında üzerinde durmak istediğim şey şu, az evvel de söyledim: Yani, biliyorsunuz hayatımızda lazım olan yemek veya içmek veya çalmak, söylemek gibi etkinliklerin içinde dut ağacı yer almış. Ama dutun birlikte anıldığı bir konu daha var Kemaliye’de. Sözü çok uzatmamak için Kemaliye’de hepinizin bildiği bir dörtlüğü, daha doğrusu türküdür bu biliyorsunuz, bu dörtlüğün bir kısmını söyleyeceğim:

“Dut ağacı boyunca, dut yemedim doyunca,

Yıkılasın İstanbul, yar görmedim doyunca.”

Şimdi dikkat edin, bu dörtlüğü niye aldım. Bu dörtlükte görüyoruz ki, hem dut sevgisi vardır, hem yar özlemi vardır. Kemaliyeliyi özetleyen bir dörtlüktür bu. Hem gideriz, hem ağlarız.. Bakın çok enteresan bir tespitim oldu, belki enteresan değil hepinizin bildiği bir konu ama, enteresan geldi bana. Bizim daha önce bir gazetemiz vardı Gurbet, şimdi Dut Ağacı çıkartıyoruz. Gurbet ve Dut Ağacı. Bu dörtlüğe çok denk düşüyor. Kemaliydiler duttan da, gurbetten de vazgeçemezler.

işin başka bir yönüne daha baktım, burada onun da üzerinde durayım. Bilmecelerimizde de dut var. Değişik bölgelerden aldık bunları. Bunlardan bir tanesi, Diyarbakır’dan alınmış:

“Tepesi aşağı sarkar, Düşerim diye korkar, Dudu gibi adı var, Şeker gibi tadı var”.

 

Bir de Elazığ’dan var:

 

“Kendi ara aradır,

Teni pare paredir,

Ele alsam ezilir,

Suyu yere süzülür.”

Tabii dut o kadar yaygın ki Edirne’den de bir bilmece var dutla ilgili: “Serilir hasır gibi,Sürünür esir gibi” diyor Edirneliler.

Şimdi iki tane de kara dut için bilmece söyleyeyim. Bu kara dut bilmecesi Giresun’dan: “Varma güzel yanma,

İki elin bağ olun,Tutar isen yavaş tut İki elin kan olur.”

’’Karşıdan baktım kare kare, yanına vardım pare pare, elime aldım kan gibi, ağzıma attım bal gibi”, bu da Adıyaman’dan geliyor. Bunlar daha çok şekil ve yiyecek olarak damak tadı ile ilgili bilmeceler.

Bir de maniler var, Eğin manilerinde de kendine çok yer bulur dut. 1963 senesinde ben buradaki 56 köyü dolaşarak Eğin ağzını derledim. Benim mezuniyet tezimdir bu.Gerçi buradaki bütün arkadaşlarda bilirler ama bir iki maniyi dillendirmeden geçmeyelim:

 

Dutun yaprağım dalda bükerim,

Kaç yıldır ki el kahrını çekerim,

Ela gözlerini sevdiğim yarim,

Hergun senin hasretim çekerim.

 

Gelinler oturmuş dut’u ayıklar

Fırat kenarında kızlar kıkırdar

Bu dünyada herkes erdi murada.

Benim gönlüm nazlı yari sayıklar.”

 

Evlerinin önü çift dut ağacı,

Dibine oturmuş kardeşle bacı,

Kömür gözlerini sevdiğim yavrum,

Gelesin sılaya olasın hacı”

Ve sözümüzün galiba sonuna geldik. Aslında az evvel de söyledik. Kemaliye duttan da gurbetten de vazgeçemez.

Teşekkürler….