KÜLTÜREL YÖNÜ İLE DUT

Dut; dünya üzerinde Çin ve Japon mitolojilerinden başlamak üzere Yunan, Hawai,Kızılderili mitlerine kadar; Yezidi inanışlarından tutun Tevrat ve incil’de kimi ayetlerde zikredilmesine kadar çok çeşitli kültür ve dinlerde bir şekilde yer almış ve kutsal addedilmiştir.

“Paper Mulberry”(Broussonetia papyrifera, syn.Moras papyrifera L.) kağıt dutu ya da diğer yaygın ismiyle tapa bezi ağacı (tapa cloth tree) vatanı  Asya olan ancak, Çin, Japonya, Laos, Kamboçya, Tayland, Hindistan, Burma ve Okyanusya adalarında da geniş yayılım gösteren bir dut türüdür. Uygun anahtar kelimelerle tarandığında, başta Wikipedia olmak üzere internetteki binlerce kaynakta, kağıt, giysi ve örtü yapımı ile ilgili kullanımı öncelikli olmak üzere, bütün bu coğrafyada, efsane ve mitlerdeki kutsiyetiyle, kültürel, tarihsel ve hatta bugünkü günlük yaşamdaki önemiyle karşımıza çıkmaktadır. Kağıt dutu kabuğundan yapılan tapa denilen kumaş ya da bezler, özellikle Hawai’de, Okyanusya adalarında, eski Aztek ve İnka uygarlıklarında giysi, duvar ya da yer süslemeleri olarak kullanılmakta idi. Bugün de düğün gibi formel toplantılarda, iç dekorasyonda, ya da hediye olarak çok özel ve ayrıcalıklı bir üründür.

Yunan mitolojisinde de dut belirli bir üne sahiptir. Mitoloji Sözlüğü’nde şair Ovidius’un ağzından aktarılan efsaneye göre dut ağacı, Pyramus ve Thisbe isimlerindeki sevgililerin buluşma yeridir. Fakat tam buluşacakları saatte genç kız, ağzı kanlı bir aslan görür, korkudan kaçarken sırtındaki örtüyü düşürür ve aslan bu örtüyü parçalar. Gelen Pyramus görünen tüm kanıtlar sevgilisinin öldüğüne işaret ettiği için kılıcını çeker, dut ağacının yanma gider ve kılıcı göğsüne saplar. Fışkıran kanlar ağaçtaki dutları karaya boyar.

Roma Mitolojisinde Hikmet Tanrıçası Minerva’n sembolü olarak gösterilen ağaç ise zeytinle beraber dut ağacıdır. Ağaçların içinde en geç çiçekleneni olduğu için erken don zararlarına uğramaması bilgelik olarak değerlendirilmiştir.

Luka İncili 17/25 de “Günah,îman ve Görev” bölümünde dutun adı şöyle zikredilmektedir.

“5:Elçiler Rab’be, «îmanımızı artır!» dediler.

6:Rab şöyle dedi: «Bir hardal tanesi kadar imanınız olsa, şu dut ağacına, ‘Kökünden sökül ve denizin içine dikil’ dersiniz, o da sözünüzü dinler..”

Tevrat’ta da ILSamuel 5:23-24 de ve Tarihler (Chronicles) 14:14-15 de dut ağaçlarının bahsi geçmekte,Rab Davut’a savaşta saldırıya geçmek için en uygun zamanı seçmek için dut ağaçlarını kullanmasını önermektedir.

“23 -Davut RAB’be danıştı. RAB şöyle karşılık verdi: “Buradan saldırma! Onları arkadan çevirip dut ağaçlarının önünden saldır.

24- Dut ağaçlarının tepesinden yürüyüş sesi duyar duymaz, acele et. Çünkü ben Filistin ordusunu bozguna uğratmak için önün sıra gitmişim demektir.”

Müslümanlıkta kutsal sayılan ve hatta Kuran-ı Kerim’de ‘Tin” suresinde de üzerine yemin edilen “incir” dahi dut ile aynı aileden yani “dutgiller-moracee” familyasındandır.

Bayağı incir, Ficus carica

Bilimsel Sınıflandırma

Âlem:Plantae – Bitkiler Bölüm:Magnoliophyta Smıf’.Magnoliopsida Takım:Rosales

Familya:Moraceae – (Dutgiller)

Cins: Ficus

Tür: Ficus carica Linnaeus

Budizm’de de Buda’nın “Nirvana” yani aydınlanmaya bir incir ağacının (Hint Inciri-Banyan veya Bodhi Ağacı) altında otururken yaptığı nefes meditasyonları sırasında erdiğine inanılır.

Kutsal İncir,Banyan ya da Bodhi Ağacı, Ficus Religiosa

Bilimsel sınıflandırma

Kingdom: Plantae (unranked): Angiosperms (unranked): Eudicots (unranked) :Rosids Order:Rosales

Family:Moraceae (Dutgiller)

Genus:Ficus Species:F. Religiosa

Bu ağaç Hindistan’ın milli ağacıdır ve Hinduizm, Jainizm ve Budizm’de kutsal kabul edilir ve tapınaklar bunun altında inşa edilir.Dev Banyan ağaçları dünyanın en geniş gölgeliğine sahip ağaçlandır.

Büyük İskender’in amirali Nearchus ,7000 askerinin Narmada nehrinin kıyısında gölgesinde dinlendikleri çok büyük bir ağacı betimlemiştir.

Hinduizm’ de Banyan ağacı yaprağının Tanrı Krişna’nın dinlenme yeri olduğuna inanılır. Hindu rahipleri hala bu ağacın altında meditasyon yaparlar ve ibadetlerinin bir parçası olarak ağacı tavaf ederler. Genellikle bu tavaf 7 defa yapılırken bu sırada “Selam olsun ağaçların kralına!” diye seslenilir .

Özellikle Çin’ de dut ağacına çok büyük önem atfedilmiş ve yaradılış söylencelerinde bile yer almıştır. Yaradılış mitine göre insanlar sarı toprak ve çamurdan yapılmışlardır. Sarı Toprak, medeniyetin yüksek düzeyli insanlarını, çamur ise alt tabakasını oluşturur. Mitolojide Nieh Yao Chun Ti denilen dağda eğik bir dut ağacı vardır. Burası bir güneşin battığı, diğerinin doğduğu yerdir. Mitolojileri kendilerini dut çalılıkları üzerinde kurban ederek halkını kuraklıktan kurtaran yarı tanrı kahramanlar, tufan sırasında uyarılmasına rağmen durup geriye baktığı için dut ağacına dönüşen kadınlar, dut ağacının kovuğunda bulunan bebekler ya da dut ağacı kovuğunda yaşayan krallar gibi figürlerle doludur.

Japon mitolojilerinde ise dut şöyle yer alır:

“İzanami (İlk Ana) ,Ateş Tanrısını doğurur. Doğururken de yanmaya başlar ve Yeryüzü Tanrıçası ile Su Tanrıçasını doğurduktan sonra ölür. Ateş tanrısı Yeryüzü Tanrıçası ile evlenir. Onların kızı olan Bitki Tanrıça-sının saçlarından dut ağacıyla ipek böceği, göbeğinden de beş çeşit tahıl türer.8”

Japon geleneksel kağıt katlama sanatı ‘Origami’nin tarihçesi anlatılırken dut ve kenevirden elde edilen ham maddelerin dini ayinlerde adak olarak sunulduğundan bunlardan elde edilen kağıtlara kötü ruhları kovacak sözcükler yazıldıktan sonra katlanarak yolcuların üzerine takıldığından bahsedilmektedir.

Noshi denilen, içinde et ya da midye bulunan bir tür origami, şans getirdiğine inanılarak çeşitli kutlamalarda sunulan hediyelerin üzerine iliştirilmektedir. Bugün bile Şinto rahipleri kötü ruhları uzak tutmak, tapmak alanlarını sınırlandırmak ve kutsamak için kesilmiş ve katlanmış kağıt (washi) kullanmaktadırlar.10 (Bizdekımuska’ve “maaşallah takma” inanışlarına benzerliğe dikkat ediniz)

Benzer şekilde Tibet’te de, her yıl Tibet takviminin ilk ayının 3.gününde budistler dileklerini Tanrıya ulaştırsınlar diye yüksek dağ geçitlerinde dut yaprakları yakarlar ve solmuş dua flamalarını yenileriyle değiştirirler.

Dutun İslamiyet’teki yerini incelerken şunlar dikkatimizi çekmiştir:

Peygamber Efendimiz (asm), incirin Cennet meyvelerinden olduğunu bildirerek şu mübârek sözleriyle onu methetmişlerdir: “İncir yiyin. Eğer Cennet’ten inen bir meyve olduğunu söylese idim, bunun incir olduğunu söylerdim. Çünkü Cennet meyvelerinin çekirdeği olmaz”demiştir.

Nitekim dut da çekirdeksiz meyvelerdendir ve yukarıda belirttiğimiz gibi dut ve incir aynı familyadandır (dutgiller familyası). Kuran-ı Kerim ya da hadislerde doğrudan dutun ismen zikredilmemiş olmasının nedeni, suyu seven bir ağaç olması hasebiyle muhtemelen o zamanlar Arabistanda pek yaygın bir yetişme göstermemesi olabilir. Ancak dutun en gözde sanayi ürünü olan ipek, Kuran-ı Kerim’de beş surede, cennetteki yaşantı ve oradaki nimetler tasvir edilirken zikredilmektedir.

Bunlar: Kehf Suresi, (31)

Hac Suresi, (23)

Fatır Suresi, (33)

Duhan Suresi, (53)

İnsan Suresi, (12,21) sureleridir.

İpek bu ayetlerde şöyle geçmektedir:

“18:31 -İşte onlara Adn cennetleri vardır; altlarından ırmaklar akar, orada altın bileziklerle süslenecekler, ince ve kalın ipekliden yeşil elbiseler giyerek koltuklar üzerine dayanıp kurulacaklar. O ne güzel karşılık ve ne güzel kalma yeri!

22:23 -Şüphesiz Allah iman edip yararlı iş işleyenleri, altından ırmaklar akan cennetlere koyacak, orada altın bilezikler ve inciler takınacaklar. Oradaki elbiseleri de ipektendir.

35:33 -Onlara Adn cennetleri vardır. Onlar oraya gireceklerdir. Orada altın bilezikler ve incilerle süsleneceklerdir. Orada elbiseleri de ipektir.

44:53 -Onlar ince ipekten ve parlak atlastan elbiseler giyerek karşılıklı olarak otururlar.

76:12 -Sabırlarına karşılık onlara bir cennet ve ipekten elbiseler verir.

76:21 -Üstlerinde zarif ve yeşil, kalın ipekten bir elbise vardır. Gümüş bileziklerle süslenmişlerdir. Rableri onlara temiz bir içecek içirmiştir.”

Türklerin İslamiyet öncesi inanışlarında ve mitlerinde de ağaç figürü çok önemlidir. Fırat Üniversitesi İlâhiyat Fakültesinden Dr.Ramazan Işık “Türklerde Ağaçla İlgili İnanışlar ve Bunlara Bağlı Kültler” isimli makalesinde Türklerde kayın,çam ,ardıç gibi ağaçların yanı sıra dut ağaçlarının da kutsal kabul edildiğini belirtmektedir. Makalede MS. V. yüzyıllarda Göktürklerin Hakan soyunun yeraltı Tanrısının makamına dut ağacı veya çam ağacı diktikleri, daha sonra senenin beşinci ve sekizinci aylarında bu ağacın etrafında at ile yarışarak dini bir tören gerçekleştirdikleri nakledilmektedir .

Akdeniz Üniversitesi öğretim üyesi Doç.Dr.R.Eser Gültekin “Türklerde Bereket Sembolü Olarak Kullanılan Meyve Motifleri ve Mimaride Kullanılması” isimli makalesinde, dut ağacının Türkler için yalnızca meyve olarak değil, ipek böcekçiliği bakımından da büyük değer taşıdığından; Çin’den gelen ipek yollarının hemen hepsinin Türk ülkelerinden geçmesi dolayısıyla ipek kültürünün Türklerde çok erken çağlarda başladığından bahsetmektedir. Makalede Hun ve Göktürklerin de dut ağacına değer verdiği ve dut ağacının liflerini kağıt para ve kağıt yapımında kullandıkları anlatılmaktadır.

Eldeki bulgular ipeğin Çinlilerden önce Türk kavimleri tarafından keşfedildiği ve dut ağacı ipeği ile yaban ipeğinin Çinilerden çok önce Türkler tarafından üretilmiş olduğu yönündedir. 1970 yılında Özbekistan’ın

güneyinde yapılan kazılarda M.Ö. 2.yüzyıla ait olduğu sanılan bir kadının mezarında göğsünde bir dut ağacı dalı ile gömülmesi, Orta Asya’da “dut ağacı, ipek böceği ve ipek” in ne kadar önemli olduğunu vurgular niteliktedir 14.

Prof.Dr.Mamatkul Corayeff “İpekyolu Efsaneleri” isimli kitapçığında ipekböceğinin türeyişi ile ilgili şöyle bir söylenceye yer vermiştir:

“Bir zamanlar Buhara taraflarında son derece mütevazi, hak sözlü, hak aşığı Eyüp isimli biri yaşarmış. Onu kıskanan şeytanlar Allah’ın huzuruna varıp fitne fesat çıkarmışlar. Tanrı’da onu denemek için dert üstüne dert vermiş. Sonunda Eyüb’ün vücudunda öyle yaralar çıkmış ki her yanım kurtlar basmış.O ise “Bu da Tanrının iradesi” diyerek her dert karşısında olduğu gibi buna da sabredermiş. Bir gün ayaklarındaki kurtlardan bazılan yere düşünce Eyüp “aç kalmasınlar” diyerek onlan toplayıp tekrar ayağının üzerine koymuş. Kurt ise ayağını fena şekilde ısırmış. Buna şaşıran Eyüp: “vücudumdaki bütün etleri yerken böyle ısırmadın da yerden alıp ayağıma tekrar koyunca mı ısırdın?” diyerek bir kurdu alıp yarımda yaşadığı çeşmenin yalağına bırakmış. Kurt bir sülüğe dönüşüp yüzüp gitmiş. İşte insanların kanını emerek şifâ veren sülükler böyle oluşmuş. Eyüp ikinci bir kurdu havaya fırlatmış. O da bal arısına dönüşüp uçup gitmiş. Üçüncü bir kurdu da çeşme başındaki dut ağacının dalına koymuş. Ondan da ipek böceği türemiş15.

Türklerde dut ağacının kutsal olduğu inanışını besleyen rivayetleri Hacı Bektâş-î Veli ile ilgili menkıbelerde de görmekteyiz.

“Vilâyetnâme’ de onun Anadolu’ya gönderilişi şöyle bir menkıbe ile anlatılmaktadır .

Kutsal emanetler Elifi Taç, Hırka (kılık), Çırağ (mum), sofra (yaygı, sini altı), alem (sancak), seccâde (namaz halısı) Peygambere tanrı tarafından gönderilmiş, ondan Aliye ve Sekizinci İmam Alî er-Rızâ’ya geçmişti. Ahmet Yesevî’nin halifeleri, emanetin aralarından birine verilmesini isterler. Bunun üzerine Ahmet Yesevi, “Kendisine verilecek olan, onları almağa gelecektir.” diye söyler. Duyum gücü ile bu çağrıyı alan Hacı Bektaş, mekan sınırlarını aşarak, göz açıp kapayıncaya kadar geçen bir an içinde, Türkistan’a varır ve Ahmet Yesevî’nin dergahının eşiğine yüz sürer.

Pir, töreye göre, onun saçını kazıdıktan sonra, kendisine nasip sunar ve kutsal emanetleri verir. “Git, seni Rum ülkesine gönderiyoruz, sana oturacağın yer olarak Solucakarahöyük u veriyor ve seni Rum Abdallarına baş kılıyoruz. Rum’da gizlere ermiş, kendini aldırmış ve cezbeye girmiş olanlar (gerçekler, budalalar ve esrikler) çoktur. Bir yerde eğlenmeden heman var.” diye söyler. Hacı Bektaş, ertesi gün güneş doğarken, Ahmet Yesevi’den izin alarak yola koyulur. Varışını bildirmek için, dervişlerden biri, yanan bir odun parçasını, uzaklara doğru havaya atar. Bu bir dut dalıdır. Konya yakınlarına düşer ve Hak Ahmet Sultan adlı ermiş bir kişi onu alıp, şimdi Bektaşilerin tekkesi olan yerin eşiğine diker. Ağaç bugün de oradadır ve tepesi yanmış bulunmaktadır.”

Bu kara dut için Hacı Bektaş-ı Velinin :

“-Bu ağaç dut verdikçe bilesiniz Anadolu bizimdir…” dediği rivayet edilir.

Kara dutun da, Ahmet Yesevi’nin devamı olan Bektaş-ı Velinin ruhaniyetinin sürekliliğini bildiren maddi meyve olduğuna inanıldığı için, her yıl Hacı Bektaş’a gelen ziyaretçiler, Balım Sultan türbesinin hemen girişinde bulunan bu ulu dut ağacının, hâla oluşan meyvelerinden yemek için birbirleriyle yarışmakta hatta altında sabahlamaktadırlar.

Anadolu’da da dut halk arasında çeşitli dini ve geleneksel ritüellerde yer almıştır. Bunların arasında:

Adana’da mileytut denen gün 22 Aralık öğleden sonra başlar, 23 Aralık öğlene kadar sürer. Bu günde tatlı aşlar pişirilir. Dut aşı, zerde, mileytut pişirilir. Bu yemekler Hz. İsa’nın anısına yapılır.

Yine Adana Yumurtalık’ta düğün merasiminde gelinle damadın geçeceği kapının üzerine dut yaprağı yapıştırılır. Gelin yeni evine girerken dut yaprağı içine konan bal ve yağ kapıya yapıştırılır. Tahtanın yağı emmesi, gelinin o aile tarafından benimsenmesini, bal ağız tadını, dut yaprağı ise sabrı temsil eder.

Divriği düğünlerinde kına gecelerinde, eline kına yakılmış kız, başında ipek duvağı ile bir dut ağacının altına getirilerek başına dut silkelenirdi. Bu uygulamanın temelinde dutun haneye bolluk, bereket ve uğur getireceği ve evin ruhu olduğu inancı vardır. Divriği’de dut kutsal bir meyvedir ve “Analar Anası Fatma Anamızın mihri” olarak kabul edilir.

Yürüyemeyen ya da geç yürüyen çocuklar için yapılan büyüsel yollu halk hekimliği uygulamalarından birinde ise çocuğun ayak bilekleri birbirine bağlanır; bu bağ, dut ağacı dibinde kesilir. Çocuğu taşıyan annesi, ardına bakmadan çocuğuyla birlikte evine döner.

Dut ağacıyla ilgili günümüze yansıyan geleneksel kutlamalardan biri de Ankara’da yapılan “Dut Dede” şenlikleridir. Bu şenliklerde de Hacı Bayram’ın akrabası olan 13.yüzyılda yaşamış bir evliyanın asasını yere vurduğu yerde dut ağacı bitirmesi ve bu ağacın meyvelerini bir koca ordunun yiye yiye bitirememesi kutlanır , 

(Çalışmasını lutfenden Can Dostum Sabahat Setile minnetler)

Mevlana Celaleddin-i Rumi ise:

“Ey can, şeker kamışından bir yolunu bulurlar, şeker çıkarırlar,

Dut ağacının yaprağından da ipek kumaş dokurlar,

Yavaş ol, acele etme, sabırlı ol,

Zamanla, koruktan helva yaparlar” (R.743).diyerek sabrı dutla sembolleşmiştir.

İmam-ı Şafi ye “Allah’ın varlığına delili nedir?” diye sorduklarında:

“Dut yaprağıdır” demiş ve şöyle devam etmiştir:

“Çünkü aynı yaprakları koyun yer süt yapar; arı yer bal yapar; geyik yer misk yapar; tırtıl yer ipek yapar. Tadı rengi kokusu ve maddesi bir olan şeyden bu kadar farklı güzellikleri yaratmak ancak Allah’ a mahsustur.”

Anadolu’da da dut halk arasında çeşitli dini ve geleneksel ritüellerde yer almıştır. Bunların arasında:

Adana’da mileytut denen gün 22 Aralık öğleden sonra başlar, 23 Aralık öğlene kadar sürer. Bu günde tatlı aşlar pişirilir. Dut aşı, zerde, mileytut pişirilir. Bu yemekler Hz. İsa’nın anısına yapılır.

Yine Adana Yumurtalık’ta düğün merasiminde gelinle damadın geçeceği kapının üzerine dut yaprağı yapıştırılır. Gelin yeni evine girerken dut yaprağı içine konan bal ve yağ kapıya yapıştırılır. Tahtanın yağı emmesi, gelinin o aile tarafından benimsenmesini, bal ağız tadını, dut yaprağı ise sabrı temsil eder.

Divriği düğünlerinde kına gecelerinde, eline kına yakılmış kız, başında ipek duvağı ile bir dut ağacının altına getirilerek başına dut silkelenirdi. Bu uygulamanın temelinde dutun haneye bolluk, bereket ve uğur getireceği ve evin ruhu olduğu inancı vardır. Divriği’de dut kutsal bir meyvedir ve “Analar Anası Fatma Anamızın mihri” olarak kabul edilir.

Yürüyemeyen ya da geç yürüyen çocuklar için yapılan büyüsel yollu halk hekimliği uygulamalarından birinde ise çocuğun ayak bilekleri birbirine bağlanır; bu bağ, dut ağacı dibinde kesilir. Çocuğu taşıyan annesi, ardına bakmadan çocuğuyla birlikte evine döner.

Dut ağacıyla ilgili günümüze yansıyan geleneksel kutlamalardan biri de Ankara’da yapılan “Dut Dede” şenlikleridir. Bu şenliklerde de Hacı Bayram’ın akrabası olan 13.yüzyılda yaşamış bir evliyanın asasını yere vurduğu yerde dut ağacı bitirmesi ve bu ağacın meyvelerini bir koca ordunun yiye yiye bitirememesi kutlanır.  

Dut ağacı eski çağlardan beri Türk Halk müziği çalgılarının da yapımında kullanılan bir malzemedir. Bu çalgılar arasında en önemlisi kopuzdur.

Dede Korkut hikâyelerinde kopuzu kutsallık atfedilen önemli bir çalgı olarak görürüz. Azerbaycan, Özbekistan ve Türkmenistan da yaygın olarak kullanılan “dutar” çalgısının gövdesi dut ağacından telleri ise ipektendir22.

Türk Halk Edebiyatımızın en büyük ozanlarından biri olan Aşık Veysel bir deyişinde sazıyla konuşur ve ona

“Bahçede Dut İken Bilmezdin Sazı Bülbül Konar Mıydı Dalına Bazı Hangi Kuştan Aldın Sen Bu Avazı Söyle Doğrusunu Gel İnkar Etme

Sen Petek Misali Veysel de Arı İnleşir Beraber Yapardık Balı Ben Bir İnsanoğlu Sen Bir Dut Dalı Ben Babamı Sen Ustanı Unutma”

derken bizi biz yapan değerlere gösterilmesi gereken vefayı de çok özlü bir şekilde ifade eder.

Risale-i Nur sitesinde Bediüzzaman Said-i Nursfnin de dutu çok sevdiğini ve: “İşte şu hadsiz acâib-i sanat içinde yeryüzünün rahmânî sofrasında yalnız kudretin şekerlemeleri olan dutların nevilerine bak! Kemâl-i rahmeti, kemâl-i sanat içinde gör!” şeklinde övdüğünü görüyoruz .

Anadolu’da yeraltı su kaynaklarını arama işinde dut dalı kullanılmaktadır. Hatta internette bu işi profesyonelce yapan kişilerin siteleri mevcuttur. Sitede bu yöntem“ Dut ağacı dallarındaki kılcal iletim demetlerinde mevcut su ile aktif yer altı suları arasında manyetik bir etkileşim oluşmaktadır. Bu etkileşim sonucunda meydana gelen hareketlenmenin, taşıyan insan tarafından hissedildiği noktada suyun ilk yansımaları tespit edilebilmektedir.” şeklinde açıklanmaktadır. Bize göre bu durum bile dutun kutsiyetinin bir ispatıdır.

İşte böylesi kutsal ve gizemli anlamlar yüklenen dut ağacı Orta Asya’dan Anadolu’ya ve hatta Balkanlara kadar hemen her cami avlusuna, din ve devlet büyüklerinin başuçlarına, evliyaların türbelerine dikilmiştir.

Ama dutun kutsiyetiyle ilgili olarak bunların hepsinden de daha ilginç olan son örnek; bugün insanlık ve dinler tarihi hakkmdaki bütün bildiklerimizi alt üst eden, bütün dünyayı heyecana boğan, Urfa’da Harran Ovasına nazır Göbeklitepe’de dünyanın en eski tapınağının açığa çıkarılması ve orada da tapınağa yukarıdan bakan, yaşlı ve yalnız karadut ağacının varlığıdır. Tapmak bulunmadan önce de burada isimsiz iki yatır bulunması dolayısıyla “Göbeklitepe Ziyareti” olarak bilinen bu tepede ağaca bezler bağlanarak dilek dilenirmiş.

Göbeklitepe ya da Göbekli Tepe, Şanlıurfa il merkezinin yaklaşık olarak 22 km. kuzeydoğusunda, Örencik Köyü yakınlarında yer alan dünyanın bilinen en eski kült yapılar topluluğudur. Bu yapıların ortak özelliği, T biçimindeki 10 – 12 dikilitaşın yuvarlak planda dizilmiş, aralan taş duvarla örülmüş olmalarıdır. Bu yapının merkezinde daha yüksek boyda iki dikilitaş karşılıklı olarak yerleştirilmiştir. Bu dikilitaşların çoğu üzerinde insan, el ve kol, çeşitli hayvan ve soyut semboller, kabartma ya da oyularak betimlenmiştir.

Şimdiye kadar yapılan çalışmalar buluntunun dünyanın en eski tapınaklarından biri olduğunu göstermektedir. Öyle ki yaklaşık 12.000 yıla giden tarihi ile Mısırdaki piramitlerden 7000, İngiltere deki Stone Hedge kalıntılarından da 5000 yıl öncesine uzanmaktadır.

Göbekli Tepedeki kazılara kadar bilim dünyası, göçebe küçük gruplar halinde örgütlendiği düşünülen avcı – toplayıcı toplulukları oldukça basit standartlarda yorumlamıştır. Ancak kazılarda ortaya çıkan, bir kült merkezi olarak anıtsal boyutlarda mimari, büyük taş yontular, sembolik motifler ve stilize edilmiş canlandırmalar, en azından bu bölgedeki toplulukların oldukça gelişkin ve çok yönlü bir sosyal, kültürel ve teknik bir yapıya sahip olmaları gerektiğini göstermektedir.

Tüm bunlar ve kazılarda ortaya çıkarılan anıtsal mimari, Göbekli Tepeyi eşsiz ve özel yapmaktadır. Bu bağlamda UNESCO tarafından 15.04.2011 tarihinde Dünya Miraslarına aday gösterilmiştir.(Wikipedia)

Tarih boyunca pek çok medeniyetin hüküm sürdüğü Şanlıurfa; kültür ve medeniyetin dünyaya yayıldığı yer olarak kabul edilen, arkeoloji literatüründe “Bereketli Hilal” olarak tanımlanan topraklar üzerinde bulunur. Kudüs’ün dışında hem Yahudiler, hem Hıristiyanlar hem de Müslümanlarca kutsal kabul edilen yegâne şehirdir.

Şanlıurfa; üç semâvi dinin atası olan Hz.İbrahim (A.S) doğduğu ve inancı yüzünden Nemrut tarafından ateşe atıldığı; Sabrın Sultanı Hz.Eyyüb (A.S)’ m hastalık çektiği ve vefat ettiği atayurdu; Hz.Yakup (A.S)’un evlendiği yerdir.

Hz.Eyyüb u arayan Elyasa Peygamber onun yaşadığı Eyyüp Nebi Köyüne kadar gelmiş ancak göremeden orada vefat etmiştir.Şuayb Peygamber Harran’a 37km. uzaktaki Şuayb Şehrinde yaşamış, Musa peygamber bu şehrin yakınındaki Soğmatar’da onunla buluşmuştur. İsa Peygamber, Şanlıurfa’yı kutsadığına dair bir mektubunu ve yüzünü sildiği bir mendile çıkan mucizevî portresini Urfa Kralı Agbar Ukkama’ya göndermiş ve Hıristiyanlık bir devlet dini olarak dünyada ilk defa bu dönemde burada kabul görmüştür. Bütün bu peygamberlerin Urfa ile ilişkisi olduğundan buranın bir adı da “Peygamberler Şehri”dir.

Ayrıca aralarından sadece birkaç tanesini örnek olarak sayabileceğimiz Cabir-El Ensâr Hazretleri, İmâm-ı Bakır Hazretleri, Şeyh Hâyat- el Hârrani ve Sâid-i Nursî Hazretleri gibi büyük birçok eren ve evliyâ bu şehirde meftundur.

Göbeklitepe’de ortaya çıkarılan tüm yapılar, Neolitik Çağ içinde bilinçli olarak ve hızla bir yığınla örtülmüşlerdir. Yapıların hangi amaç ve düşünceyle örtüldükleri bilinmemektedir.Ancak buluntuların bunca yıl tahribata uğramadan günümüze ulaşmaları bu uygulama ile mümkün olmuştur. Görünüm, sanki binlerce yıl önceki Göbeklitepeliler oraya bir sır gizlemiş ve sanki kutsal karadutun altında yatan mübarekler de oranın bekçisi olmuş ve bu sır açığa çıkmak için nedense bu zamanları beklemiş gibidir. Ya da 2014 yılında vefat eden ve buranın “cennet bahçesi” olduğunu iddia eden Göbeklitepe’nin kaşifi Prof.Dr.Klaus Schmidt’in son zamanlarında dediği gibi, orası bir tapmak değil, Mısır piramitleri gibi dini lider ya da kralların anıtsal mezarları olabilir.

Çarpıcı olan şey ise Göbeklitepe’nin yanında uzanan ovanın adının “Edene” olması (Aden,Adn cenneti?????)

Yukarıdaki bilgilerle birleştirilince ‘belki orası da kadim ve büyük bir peygamberin makamı olabilir’ diye düşünmemek elde değil.Konuyu ezoterizm ve/veya mistizm araştırıcılarına ve gönül ehillerine sunuyoruz…

Çoklukla tek başına olan kutsal ağaç figürleri, doğrudan Allah’ın tekliğini sembolize etmektedir. Türk mitolojik sistemi kutsal ağaçlarla doludur. Dağlar ve ağaçlar, gök ile yer-suyu birleştiren bir ibadet yeri ve simge olarak görülür. Türk düşüncesine göre Tanrı yarattığı dokuz insan cinsini, onlardan önce yarattığı dokuz dallı ağacın gölgesinde barındırmıştır. Dolayısıyla yaratılış bilgisinin özünde ağaç önemli bir külttür22.

Aynı zamanda “Ağaçlar, sürekli yenilenme halindeki evreni temsil eder; evrenin merkezinde, ebedî hayat ya da bilgi ağacı hangisi olursa olsun her zaman bir ağaç vardır”24

Bu yüzden Göbeklitepedeki karadutun gövdesinde, eski Mısır’da kutsal kabul edilen, ölüm ve ötesini, yoktan yaradılışı, reenkarnasyonu ve kozmik evrenin meydana getirilişini sembolize eden scarabe adlı böceğin (bok böceği) tırmanışının zikredildiği ve yöre halkınca bu böceklerin yalnızca o bölgede görüldüklerinin ifade edildiği röportaj, bana son derece ilginç geldi25.

Scarabe (bok böceklerij’ler bugün için Samanyolu’nu izleyerek ve yıldızlara göre yönlerini buldukları ve kendilerini oriente ettikleri bilinen, insanın dışındaki tek canlıdır26. Eski Mısırda hiyerogriflerde böcek başlı ya da böcek kıskacı şeklindeki elleri olan insanlar şeklinde tasvir edilen, yükselen güneşin tanrısı Khepri ile bağlantılanır.

Krallar vadisinde Mezar KVö’da Scarabe(Bok Böceği)

Bu böcekler ziraatte çok önemli bir rol oynarlar. Gübreyi gömerek ve tüketerek toprağın beslenme sürecinin ve yapısının iyileşmesinde; ayrıca zararlı böcek ve sineklerin üremesine neden olacak ortamı temizledikleri için çiftlik hayvanlarının korunmasında çok önemli rol oynarlar. Birleşik Devletlerde bu böceklerin sığırcılıkta yaklaşık 380 milyon dolarlık bir tasarruf sağladıkları tahmin edilmektedir.

Bitkiler aleminin kutsal bilinen ağacıyla hayvanlar aleminin kutsal bilinen bir canlısının birlikteliği belki o kadar da şaşırtıcı olmasa gerektir.

Dut Selçuklular döneminde de önemli bir ağaç olarak karşımıza çıkar. Kaynaklara göre tarihi Asurlulara kadar uzanan, zamanında Halep ile Urfa arasında önemli bir ticaret merkezi olan ,Suriyenin kuzeyindeki Menbic şehrinin sokaklarına ipek böceği yetiştirmek için dut ağaçları dikilmekteydi. Balıkesir’den Hindistan’a ipek gönderildiği kaydı da bu bölgede dut ağaçlarının çokluğunu gösterir. Yine Selçuklular döneminde Sivas’ta ve Anadolu’nun diğer bölgelerinde ipek satanların varlığı kaynaklarda yer alır. Marco Polo, Konya, Kayseri, Sivas’ı içine alan bölgede koyu kırmızı ve diğer renklerde kaliteli ipeklerin üretildiğini söyler .

Herhalde bunların farkındalığından olsa gerek, dut Osmanlı’ da da neredeyse bir sembol ağaç haline gelmiştir. Osmanlı arşivlerinde din ve devletin ileri gelenlerince vakıf olarak tahsis edilen dut ağaçlarına ait pek çok kayıt vardır. 

Dünyada dut türlerinin orijini konusunda henüz tam olarak söz birliğine varılamamıştır. Kimi araştırıcılara göre belirli Morus formlarının yabanileri aslında Hindistan da bulunmaktadır. Kimilerine göre ise, dutun ilk orijin merkezi Doğu Çin, Kore ve Japonya’yı içine alan Çin-Japonya gen merkezidir.

1930’lu yıllarda Ulu Önder Atatürk tarafından özel görevi Mu Kıtası, Mayalar ve TürJder arasındaki ilişkiyi araştırmak olacak şekilde Meksika Elçiliğine atanan Büyükelçi Tahsin Mayatepek’in raporları üzerine getirtilerek dilimize çevrilen, İngiliz Albay James Churchward m kitaplarında Mu kıtasının insanoğlunun anayurdu olduğu pek çok belge ile açıklanmaktadır.Bu kitaplara göre 50 000 yıl öncesinden var olan Mu uygarlığı kısa bir süre içinde depremler,korkunç yanardağ patlamaları ve gümbürtülerle 64 milyon insanla birlikte sulara gömüldü.

Churchward Kayıp Kıta Mu adlı kitabında Muya bağlı koloni imparatorlukları arasında en önemli yere sahip olan Uygur İmparatorluğunun bundan 17 000 yıl önce astroloji,madencilik, tekstil, mimari, matematik, tarım, edebiyat ve tıp alanında bilgili olduklarını; ipek,metal ve ahşap üzerine süslemecilikte uzmanlaşmış olduğunu söylüyor.

Pasifik okyanusunda geçmişte büyük bir medeniyetin olduğu yönündeki bu görüş, çok çeşitli belge ve bulgular mevcut olmakla birlikte, henüz arkeologlar arasında yaygınlık kazanmamış bir görüştür. Çine ve çevre adalara kaçanların kitabelerinde “Kıtamız battı, biz de buraya kaçtık” diye yazmaktadır. Bu yazılı kayalar 14 bin yıllıktır, cl4 karbon testleriyle sabittir. (Wikipedia)

Eğer bu görüş doğru ise dutun ana vatanı, (“Moringa ve Vetiver” denilen ve bunların da ülkemize kazandırılmasının elzem olduğuna inandığım ve neredeyse dut kadar önemsediğim; benzer şekilde mit ve geleneklerde ‘cennet bitkileri’ şeklinde yer almış mucize bitkilerle beraber) Mu kıtası olabilir.

Bu konuların üzerinde çalışırken çok fazla ilgimi çekmesine rağmen ana mecradan uzaklaşmamak için ayrıntısına girmek istemediğim bir hususu, özellikle arkeolojiye meraklı okuyucularımın dikkatine sunmak isterim. İnternette rahatlıkla bulabileceğiniz üzere, lütfen Göbeklitepe buluntularında taşlara oyulmuş sembollerle Mu tabletlerindeki sembolleri, hatta birkaç sayfa gerideki Hacı Bektaş-ı Veli Hazretlerinin resimlerini karşılaştırınız. Benzerlikleri çok şaşırtıcı bulacağınıza eminim.Özellikle T şeklindeki dev heykeller, Mu sembolleri ile aynı.

Orjini neresi olursa olsun farklı iklim ve toprak şartlarına adaptasyon kabiliyeti yüksek olan dut, hem ılıman hem de subtropik iklim şartlarında yetişebilen bir meyve türüdür ve genetik kaynaklarındaki büyük çeşitlilik dünyanın pek çok yerinde geniş bir yetişme alanı bulmasını sağlamıştır.

Yetiştiriciliği yapılan ve meyvesinden yararlanılan dut tip ve çeşitleri genel olarak Morus alba L. (beyaz dut), Morus nigra L. (kara dut) ve Morus rubra L. (kırmızı veya mor dut) olarak adlandırılabilir.

“Göbeklitepe’nin Kutsal Vakfı DUT” kitabından alıntıdır.