Mehmet ÖNDER – Dut Ağacı

Dut ağaçların en bonkörü ve cömerdidir. Meyvesini bulunduğu yerin ta dışına dahi döker. Öylesine verimkâr ve alçak gönüllü bir ağaçtır ki tat dağıtır civarına. Nimetini gökyüzü ve yeryüzü maktulleri nasiplenir afiyetle.

Tek dut, Azizlerin almogundaki dutu, emin amcanın mığdı yerindeki dutu, Hacı Hafızların dana bağındaki dutu, Göktaşların Pınar öğündeki dutu, akşamdan planlarını yaptığımız alanlardı. Bu isimlerin biri söylendiğinde resmi gözümüzün önüne gelir, soyutta olsa canlılık kazanırdı. İzin almak aklımıza bile gelmezdi. Çocukluk işte.

Önce bahçeyi gözetler, kimse olmadığına kanaat getirilirse, o yaş lisanıyla dalardık bahçeye. Mihver dut ağacı olurdu. Ayaklar ezberlemişti artık muhiti tekerrür etmekten.

Bahçede ağaç üzerinde sadece biz çocuklar yoktu. Balabanın bütün sığırcıkları ve serçeleri de sanki bizimle birlikteydi. Galiba öyleydi de. Neşelerinin ifadesi çığlıklarıyla nasipleniyorlardı.

Anlar olup, dut ağacında 15-20 çocuk olurdu. Kuşlara inat çocuklarda cıvıldaşırdı. Bir türlü doymak bilmiyordu maymun iştahlı çocuklar.

Daha küçüktük, ağaca çıkamıyorduk. Bin bir zorlukla çıkmaya çalıştığımızda diz ve kollar sıyrılıyor ince bir kan sızıyordu. Ağaca çıkmanın bu zorluğu inince de yaşanıyordu. Bir ağlama merdiveni onu toprağa bastırıyordu. Özenle yapılan bahçe sekilerinden söktüğümüz taşları özenle dut ağacının bedenine örerdik. Böylece rahatça ağaca çıkabilirdik. Bu taşlar seki ile ağaç arasında mekik dokurdu. Biz taşları dut ağacının bedenine, bahçe sahibi de taşları eski yerine taşırdı. Çıkmak isterdik, çünkü ağaç üzerinde bizden büyük çocuklar öyle şaşalı anlatırlardı ki yükseklik manzarasını; yok şurası görünüyor, yok burası görünüyor diye görülen yerleri görebilmenin heyecanı ve telaşı ile yaşardık.

Ağaca çıktığımızda dünyaya farklı acılardan bakmanın garip bir mutluluğunu yaşardık. Ağaca kim erken çıkarsa, en yükseğe, dolayısıyla yükseğe yakışan en güzel meyveyi de o nasiplenirdi. Ağaca çıkmanın evvelinde, niyetler belirlenmiş, çıkılacak dallar da parsellenmişti. Ağacın en yükseğine çıkan çocuk:

_ Susun susunnn lan!… Sesini duyunca sustuk. Bir gelenler vardı. İnşallah bahçe sahibi değildir diye başlardık şireli ellerimizle duaya. Bahçe sahibi gelseydi, bizi ağaçta muhasara altına alır, bekler dururduk. Sonra bahçeyi düzenler, taşları eski yerine kor, birazda bizleri çalıştırır salıverirdi. Bir ara kuş olup, özgür olmak arzusu duymaz değildik.

Dut ağacının, yöremiz kültüründe çok önemli bir yeri var. Onun ırgalanışı, mahralarla taşınması, bin bir emek ve sabırla pekmez oluşu, kuru dut olup kış kuruyemişi oluşu, bastığı, pekmezi, kesmesi, tatlandıra -tatlandıra anlatılması gereken konulardır.

Unutulmaya yüz tutmuş dut kültürümüz, tarihin tozlu raflarından birine gözünü dikmiş durumdadır. Umulur ki o göz raftan uzak tutulur ve tekrar yaşama döndürülür. Dünyada kalıcı bir eser bırakmanın önemi aşikâr. Bir kitap, bir yapı, bir ağaç sahibini unutturmuyor. Farklı dünyalarda olsa da sahibini yad ettiriyor.

Yazımın evvelinde sıraladığım bahçe sahipleri rahmetle anıyorum.

Hoşça ve dostça kalın.

Mehmet ÖNDER